Moody's,
Çin'in yerli ve yabancı para cinsinden kredi notunun "Aa3"ten
"A1" seviyesine düşürüp, görünümünün de negatiften durağana
çekmesinin ardından yerli ve yabancı medyanın odağı kısa bir süre Çin’e kaydı.
Konuyla
ilgili Ömer Faruk Çolak’ın 26 Mayıs 2017’de sonrası yazdığı yazının son
bölümümde Moody’s’in
Çin’in kararının ardından Çin’de yaşanan
ekonomik olumsuzlukların etkisiyle halkın
ülkedeki yandaş kapitalizmini (crony capitalism) sorgulamasının artacağına ve
bunun sonucunda Çin’in siyasi
çalkantılara gebe olabileceğine dair bir öngörüde bulunması ilgimi çekmiş
ve fırsatını bulduğum bir zamanda Çin ile ilgili bir yazı yazma isteği doğmuştu
bende.
Bu yazımda günümüz Çin ekonomisini inceleyip,
güncel durumunun yaşanabilecek bir siyasal değişime yol açıp açamayacağını
incelemeye çalışacağım.
Geçmişten Günümüze Çin Ekonomisi
Pusula,
barut, kağıt gibi insanlığa önemli buluşlar kazandıran Çin 3500-4000 yıllık
zengin kültürel birikimi ile tarih boyunca önemli bir konuma sahip olmuş bir
ülke. Çin dünyanın en eski ve köklü medeniyetlerinden birine sahip olduğu için
dönemsel değişkenliklerden bağımsız her
çağda küresel bir güç olma potansiyelini içinde barındırıyor.
Çin’in
mevcut siyasi ve ekonomik yapısını anlayabilmek için 1949 Devrimi ve sonrasında
yaşananlara bakmak lazım.
M.Ö 2000’li yıllara kadar uzanan bir geçmişi
olan, birçok hanedanlığın iktidara geldiği, tarih boyunca farklı siyasal ve
ekonomik yaklaşımların hüküm sürdüğü Çin, 1949
yılında önemli bir dönüm noktasından geçer. Mao’nun başında olduğu Komünist
Parti bir devrimle iktidara gelir ve Çin Halk Cumhuriyeti kurulur. 1949’dan
1976’ya kadar mülkiyet haklarının kaldırıldığı, toprağın millileştirildiği,
SSCB’nin uyguladığına modele benzer planlı bir ekonomiye geçiş yaparlar.
Komünist
Partinin iktidarı sonrası, totaliter bir ülkeye dönüşen Çin’de yanlış
planlamalar ve politikalar sonucu büyük felaketler yaşanmıştır. Özellikle
“Kültürel Devrim” ile baskılarını arttıran Mao diktatörlüğünde ülke adeta bir
zulüm diyarına haline gelmiş, milyonlarca insan yaşamını kaybetmiştir.
Mao’nun
ölümünden sonra uygulanan komünist ekonomi politikaları yavaş yavaş gevşetilir.
Çin Komünist Partisi’nin 11. Ulusal Kongresi burada bir dönüm noktasıdır. 1978
yılında Deng Xiaoping’in liderliğinden sonra Çin politikalarında reformlara
gider. Ekonomik modernleşme, bir takım teşvik sistemi ile birlikte tarımda
zorunlu alımlar terkedilip piyasa sistemine daha uygun adımlar atılır. 90’larda
Çin’de bir takım serbest ticaret bölgelerinin kurulmasıyla ve Dünya’da artan
küreselleşme eğilimiyle beraber ticarette dışa açılma süreci yaşamıştır,
öncelikli sektörlere de yabancı yatırımlar artar. “İhracata yönelik işgücü̈ ağırlıklı imalat sanayi
kalabalık Çin nüfusuna iş olanağı sağlarken
Çin hükûmeti “altı temel sektör” olarak belirlediği otomotiv, demir çelik,
petrokimya, telekomünikasyon, enerji, ve beyaz eşya sektörlerine eğilir”.[1] Bu
sektörlere yabancı yatırım çekmek ve teknoloji transferi sağlamak için Şanghay
merkezli yeni bir ekonomik bölge oluşturulur. 2001 yılında Dünya Ticaret
Örgütüne üye olmuş ve ardından bugünkü uluslararası ticaretteki Dünya liderliği
konumuna yükselmişlerdir.
Günümüz Çin Ekonomisi
Mao dönemine kıyasla şu an ki durumu nispeten
daha iyi durumda olsa da yine de Daren Acemoğlu’nun deyimiyle ülkede “sömürücü
kurumlar” hakimiyetine devam ediyor. Günümüzde Çin sosyalist bir piyasa ekonomisine sahiptir(devlet
kapitalizmi de diyebiliriz). Ekonominin birçok unsuru devlet (komünist
partinin) kontrolünde ilerlemektedir. Mülkiyet hakları yeterince oturmuş
değildir. Devlet ve Komünist Parti hangi sektörlerin ve şirketlerin
kazanacağını belirleme ayrıcalığına bugün bile sahip durumdadır. (ahbap-çavuş kapitalizmi
denen kavram da bu)
Günümüzde Çin’in ekonomik gücü; imalat sanayisine ve bu
imalat sanayisinde üretilen ürünlerin ihracatına dayalıdır. İmalat sanayisinde
bu üstünlüğü ucuz işgücü arzına sahip olması ve telif haklarından yoksun düşük
maliyetli ve düşük kaliteli ürünlerin üretimi becerisi sayesindedir. Çin,
imalat sanayisinin sahip olduğu bu nitelikler ve çeşitli teşvik politikaları
sayesinde dünyanın birçok bölgesinden sermayeyi ülkesine çekmeyi başarmış ve bu
sayede hızlı büyüme rakamlarına ulaşmıştır. Bu dinamik yapı sonrası Çin nominal
olarak Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi haline gelmiştir ve uluslararası
ticarette lider konumunu sürdürmektedir. Nitekim bir dönem İngiltere için
kullanılan “dünyanın atölyesi” kavramı artık Çin için kullanılıyor.
Tablo: Temel Çin
İstatistikleri
İşsizlik
Oranı
|
3.97
|
Enflasyon
Oranı
|
1.5
|
Faiz
Oranı
|
4.35
|
Devlet
borcu GSYİH oranı
|
46.2%
|
GSYİH
Yıllık Büyüme Hızı
|
6.9 %
|
Kişi
Başına Düşen GSYİH
|
6894
USD
|
2008 Krizi ve İşlerin Ters Gitmeye Başlaması
ÇİN 2008
krizinde yaşanan küresel kriz nedeniyle dış talepte yaşanan daralmadan en çok
etkilenen ülkelerden bir tanesidir. 2007 yılında %14.2 olan büyüme rakamı, 2016
yılında %6.7’e gerilerek 1990’dan bu yana en düşük büyümeyi gerçekleştirmiştir
ki bu rakam Çin standartlarına göre düşük bir büyüme rakamıdır.[2]
Ülkenin
döviz rezervleri son 2-3 yılda yaklaşık 1 trilyon dolar eriyerek 3 trilyon
dolara düşmüştür.
Ekonomiyi
canlandırmak adına çeşitli önlemler alan Çin, ister istemez ekonomi
politikalarında bir takım değişikliklere gitmek zorunda kalmıştır. Yeni atılan
adımlar ile Çin odak noktasını (en azından krizin etkileri atılana kadar)
üretime dayalı bir ekonomiden ziyade, hane halkı harcamalarının arttırarak iç
talebi canlandırmaya yönelen bir ekonomiye kaydırmıştır. Fakat iç talep
istenildiği kadar canlanmamıştır. Ülkede bir tasarruf paradoksunun yaşanması
ülke içi talebin canlanmamasının en büyük etkeni gibi gözükmektedir.(Çin’in
toplam tasarrufların GSYH’ye oranı %48.3’tür.[3])
İç
talebi canlandırmak adına Asya Altyapı ve Yatırım Bankası (AIIB), the New
(BRICS) Development Bank, İpek Yolu Fonu ve Çin merkezli bir takım finansal
kurumların finansmanını sağladığı büyük altyapı ve bayındırlık projeleri
başlatmıştır. Bu yeni stratejiye “One
Belt, One Road (OBOR)” denilmektedir.[4]
Bu program dahilinde “Modern İpek Yolu” gibi bir takım büyük projeleri
başlatarak ekonomiyi canlandırmaya çalışan Çin, projelerin finansmanı sonucunda
büyük bir borçlanmaya gitmiştir. Nitekim 2008 krizinden sonra Çin’in
(özel+devlet) borcunun GSYH oranı %150 oranındayken 2016’da bu rakam %250’ye
ulamıştır.
Çin bu sıkıntılı dönemde gölge bankacılık
uygulamaları ve menkul kıymetleştirme yöntemiyle yeni finansman kaynakları
bulmaya çalışmıştır. Cüneyt Başaran’ın[5]
yazısında ayrıntılarıyla verdiği bilgilere göre Çin’de artan borçlanma sonucu
bankaların bilanço büyüklüğünün milli gelire oranı 2008'de %200'ler
civarındayken 2016'da %290'a yükselmesine neden olmuş. Bunun üzerine aktifte
durağan durumdaki kredilerin tekrardan değerlendirebilmek için Çin finansal
kurumları seküritizasyon (menkul kıymetleştirme) ile eski kredileri çok basit
bir ifadeyle “yeniden paketlenip satılması” yöntemine gitmiş. Gelecekte
getirisi olacak çeşitli alacak haklarını menkul kıymetleştirip satmış ve elde
ettiği gelir ile bir bakıma tekrardan kredi açma imkanı bulmuştur. Çin
şirketlerinin ve bankaların 2014'te senede 30 olan seküritizasyon adeti 2016
sonunda 400 adeti geçer ve büyüklükleri ise yıllık 40 milyar renminbi'den
770 milyara ( 110 milyar $) yükselir.
(menkul kıymetleştirme kavramının kafada
oturması için Mahfi Eğilmez’in linkini verdiğim yazısı çok yardımcı olacaktır :
http://www.mahfiegilmez.com/2017/06/osmanl-ds-borclanmasndan-menkul.html)
Elbette
Çin imalat sektörünü ve bunun ihracını geliştirecek politikaları tamamen
dışlamamıştır ve buna canlandırmaya yönelik girişimlerde de bulunmuştur.(2015
yılında üst üste iki defa ihracatını arttırmak için devalüasyona gitmiştir)
Buna karşın yukarıda da ifade ettiğim üzere OBOR, artan KİT ve kamu
harcamaları, artan kamu ve özel kesim borçları hatta üstüne borçların menkul
kıymetleştirilip tekrardan finansman bulma arayışları; Çin’in 2008 krizinin
ardından politikalarının odak noktasını ucuz ürün ihracından iç talebe
canlandırmaya kaydırdığının bir göstergesidir.
Gelecekte Çin’i Neler Beklemektedir?
Çin’in iç
talebi canlandırmaya yönelik hareket edişi hiç sürpriz değildir. Grafikte de
görüleceği üzere Çin’in ihracat rakamları yıldan yıla büyük değişimler göstermektedir
ve çok istikrarsızdır. Bunun yanında uluslararası ticaret uzun süre sonra büyük
bir tehlike ile karşı karşıyadır. Dünya da artan ırkçılık-aşırı muhafazarlık
eğilimleri sonucunda aşırı muhafazakar siyasetçilerin yükselişini gözlemlemek
mümkün. (Bk. Fransa’da Macron, ABD’de Trump’ın başa geçişi, Hollanda ve diğer
Avrupa ülkelerinde benzer özellikte politikacıların güç kazanması, İngiltere’de
Brexit süreci) bu trend sonrası ülkeler tekrardan korumacı politikalara
yönelmiş durumda. Özellikle Trump’ın açık açık seçim vaatlerinde en çok
yüklendiği ülkelerin başında Çin geliyor. ABD sermayesinin uzak doğuya
aktığını, onları geri çağırıp ABD’de imalat yapmaları için politikalar
güdeceğini ve böylece işsizliği de azaltacağını iddia etmiştir. Bunun yanında
Çin mallarına bir takım vergileri koyacağını ve hem Dünya Ticaret Örgütü hem
ABD’nin Çin’e dava açabileceğini ifade etmişti. Tüm bu etkenler göz önünde
bulundurulursa uluslararası ticarete bağımlılığı Çin’i kırılgan bir duruma
sokmaktadır.
Moody’s Çin’in
not düşümünü yaparken “ekonomik büyüme potansiyelinin gelecek
5 yılda yüzde 5'e düşmesi”nin beklendiğini ifade etmiştir. Bu öngörünün nedeni olarak ise “çalışma
yaşı nüfusundaki azalma ile sermaye birikimi ve verimlilikteki yavaşlama”
gösterilmiştir. Bu problemlerin çözümü ise kısa dönemde çok muhtemel
gözükmemektedir. Bunun çözümü için bir takım yapısal reformlara ihtiyaç
duyulmaktadır.
Korumacı politikaların artışı, ülke içindeki
yapısal ekonomik sorunların çözülmesinin güçlüğü, artan borçlanma, devletin
gittikçe ekonomide artan rolü, ahbap-çavuş kapitalizminin devam edişi, 2008
krizinin etkilerinin iyileşmeye başlamasıyla sermayenin gelişmekte olan
ülkelerden gelişmiş ülkelere geri dönüşünün yavaş yavaş başlaması ve
dolayısıyla Çin’in de bu durumdan etkilenme olasılığı ve Moody’s’in ülkenin
kredi notunu düşürüşü(kredi derece değerlendirme kuruluşlarının notları hem
işlerin kötüye gidişinin sonucu ve hem de yeni sıkıntıların başlamasına yardım
eder diyebilirim) gibi etmenler göz önünde
bulundurulunca Çin’i kötü günlerin beklediğini söylenilebilir.
Peki bu kötü gidişat bir sistem değişikliğine
yol açabilir mi? Ekonomi bilimi birçok beşeri ve sosyal etmenin birbiriyle
ilintili olduğu, değerlendirmelerin ve öngörülerin aslında sanılandan çok daha
karmaşık olduğu bir bilimdir. İşin içine siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler,
psikoloji, sosyoloji, tarih, coğrafya, fizik, matematik, mühendislik vb. bilim
dallarının girdiği bir deryadır. Yapılan değerlendirmeler nereden bakılırsa
bakılsın eksik kalacaktır.
Naçizane tahminim kısa ve orta vadede Çin’de
iki senaryo söz konusudur. Bunlardan birincisi piyasa ekonomisinin daha da
güçleneceği ve sosyalizmin adım adım çökeceği bir senaryo. Mao sonrası Çin’de
yaşanan reform süreci geçmişte adım adım yaşanmıştır belki Çin hükümeti kriz
sonrası daha fazla ekonomik özgürlük ortamı oluşturabilir. Diğer senaryo ise
devletin ekonomik hayata gittikçe daha da müdahil olacağı ve sosyalizminin daha
da güçleneceği bir senaryo.
Uzun vadede ise beklentim ise piyasa
ekonomisi ağırlıklı bir çözüm yoluna gidileceği yönündedir. Çünkü piyasa
ekonomisinin insan doğasına daha yakın olduğunu ve bunun haricindeki yapay
sistemlerin er geç çökmeye mahkum olacağını düşünüyorum (piyasa ekonomisi
derken vahşi kapitalizm veya günümüz neoliberal ekonomi politikalarından
bahsetmiyorum). Bunun için Çin’de de uzun dönemde devletin totaliter ağırlığının
azaldığı bir piyasa ekonomisine geçiş yaşanacağını düşünüyorum.
Yine tahminlerime göre bu geçişin kısa
dönemde yaşanması için finansal kriz gibi bir şok yaşanması gerekmektedir. Peki
ekonomik bir kriz yaşanma ihtimali nedir? Eğer gölge bankacılık ve menkul
kıymetleştirme işlemleri hakkında gerekli tedbirler alınmazsa bu hayali krizin gerçek
bir krize dönüşmesi bir anda gerçekleşebilir.
Olası Bir Çin Krizinin Dünyaya Olası Etkileri
Eğer Çin kaynaklı bir ekonomik kriz çıkarsa
bu sadece bu ülke ile sınırlı kalmayacaktır. Küreselleşmeyle beraber birçok
ülke bu durumdan etkilenecektir. FED’in şahin hareketleriyle beraber artık
dünyada bol para dönemi sona ermiştir. Bu durumdan olumsuz
etkilenen/etkilenecek gelişmekte olan ülkelerde işlerin tersine dönüşüne bir de
Çin Krizi eklenirse kendileri için işleri bir hayli zorlaşacaktır. Bu da
gelişmiş ülke ve gelişmekte olan ülkeler arasında bir kriz döngüsüne neden
olabilir. Bu kriz belki de kapitalizmin de sonunu getirecektir. Şu an için
işler iyileşiyor gibi gözükse de ben hala artçı sarsıntıların devam
edebileceğini düşünüyorum.
Biraz fazla kötümser yaklaştığımı
düşünebilirsiniz ama Çin’de yaşanılacak değişim rüzgarları sonucu(veya 2008
krizi sonrası da diyebiliriz) hem sosyalizmin hem de kapitalizmin sonu geliyor
olabilir. (ayrıntılı bilgi için yine Mahfi Eğilmez’in faydalı bir yazısı : http://www.mahfiegilmez.com/2015/06/kapitalizmin-sonu-mu-geliyor.html)
Şahsen iki sistemden de hoşnut olmayan bir insan olarak bu yaşananları, hem
insan fıtratına daha uygun hem de daha adil yeni sistemler üzerinde daha fazla
kafa yormamız için bir fırsat olarak görüyorum.
Şükrü Çağrı Çelik
Görüş ve önerileriniz
için iletişim adresi: sukrucagricelik@gmail.com
http://iktisadimali.blogspot.com.tr/
[1] ARZU İLHAN KIBRIS Çin Halk Cum. 1978den günümüze
[2] http://data.worldbank.org/data/
[3] http://data.worldbank.org/indicator/NY.GNS.ICTR.ZS?locations=CN
[4] https://www.project-syndicate.org/commentary/global-china-risks-and-opportunities-by-stephen-s--roach-2017-05
[5] http://www.bloomberght.com/yorum/cuneyt-basaran/2016759-nedir-bu-menkul-kiymetlestirme-sevdasi/
[6] Trading
Economics
Comments
Post a Comment